
Beni Bu Virüs Öldürmez, Beni Senin Bu Düzenin Öldürür.
03.6.2020
Beni Bu Virüs Öldürmez, Beni Senin Bu Düzenin Öldürür.
Saygıdeğer basın mensupları, kıymetli vatandaşlarımız;
Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Başlarken, bütün dünyanın mücadele etmekte olduğu yeni tip Koronavirüs salgınında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı, hastalarımıza da acil şifalar diliyorum.
Bu zor günlerimizde fedakârca ve cefakârca emek sarf eden sağlık çalışanlarının tamamını yürekten tebrik ediyor ve sağlıkları için dua ediyoruz. Aynı şekilde güvenliğimiz için mesai yapan kolluk kuvvetlerimize, temel ihtiyaçlarımızı üretmek ve ulaştırmak için çaba sarfeden işçi, çiftçi ve tüm emekçilerimize şükranlarımızı sunuyoruz. İnanıyoruz ki; bu süreci bir olarak, birlik olarak, omuz omuza vererek atlatacağız ve yeniden sağlıklı/güzel günlere ulaşacağız.
Yaşadığımız bu zorlu süreçte devletimizin virüsle olan mücadelesine ilk günden itibaren destek verdiğimizi, Sağlık Bakanlığı’nın ve ilgili kurum ve kuruluşlarımızın tavsiyelerine harfiyen uyulması gerektiğini her zaman ifade ettik, ediyoruz.
Değerli basın mensupları;
Ülkemiz bir yandan bu salgınla topyekün mücadele ederken, vatandaşlarımız kendilerine düşen fedakârlıkları yerine getirmek için çaba sarf ederken; diğer yandan maalesef “Kanal İstanbul” gibi zaten tartışmalı projeler için “maskeli ihaleler” yapılması, hemen ardından bakanların gerekçe bile gösterilmeden görevden alınması, sürecin şeffaflıktan uzak bir şekilde yürütülmesi gibi hususlar insanlarımızın akıllarında soru işaretlerine sebep olmaktadır.
Biz Saadet Partisi olarak; yönetim anlayışımızın adalet, liyakat, istişare, ahlak, şeffaflık ve denetim, plan ve program olduğunu her zaman ifade ettik. Bu kriterlere dayanmayan bir yönetim anlayışının ortaya çıkaracağı çarpık sonuçları da sürekli dile getirdik.
Temel ilkelerimizden birisi olan şeffaflık demokratik yönetimler için vazgeçilmez bir unsur, adil bir devlet için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Nitekim şeffaflık Meclis’in, sivil toplumun ve diğer tüm paydaşların adil bir şekilde siyasi sürece etkin katılımı için bir ön koşuldur.
Fakat ne yazıktır ki; son yıllarda ülkemizdeki yönetim anlayışı bu ilkelerin tamamından uzaklaştığı gibi, şeffaflık ilkesini de rafa kaldırmış durumdadır. Türkiye küçük bir elit grubun kapalı kapılar ardında aldığı kararlara mahkûm hale getirilmiştir.
Meclis’in yasama yetkisini de gasp eden bu dar grup kendi içerisinde kararlar almakta ve bu kararları da topluma dikte etmektedir. Kamuoyu neye, neden ve nasıl karar verildiğini bilmekten dahi yoksun bırakılmıştır.
Örneğin Millet Camisinde bir nevi “seçilmiş müminler” gibi tanımlanabilecek katılımcılarla Cuma Namazı kılınmış, katılımcıların Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından seçildiği söylenmiştir. Salgın gerekçesinden dolayı doğal olarak ve olması gerektiği gibi her yerde yasak olan Cuma Namazı neden kılınma gereği görülmüştür? Ne fayda umulmuştur?
Buradan Diyanet İşleri Başkanlığımıza sesleniyoruz! Aynı hatanın bu hafta yapılmaması gerekir. Kılınacaksa Cuma Namazını ya hep beraber kılalım, ya da konulan kurallara hep birlikte uyalım.
Benzer şekilde bir gece yarısı Ulaştırma Bakanı görevden alınmıştır! Sebebi nedir? Hangi suçu işlemiştir? Nerede yanlış yapmıştır? Bu görevden almayı gerçekleştiren irade, sebebe dair neden ufak bir izaha dahi tenezzül etmemiştir?
Belki bugün için öncelikli bir konu değildir ama bundan sonraki zor sürecin doğru yürütülebilmesi için bu konu izaha muhtaçtır. İktidarı uyarıyoruz! İnsanlarımızın dilinde, Aşık Mahzuni’nin “Parsel Parsel eylemişler dünyayı” türküsü günden güne yayılıyor, haberiniz olsun!
Tüm dünya ile birlikte ülkemizin de zor günler yaşadığı bu kritik günlerde şeffaflık her zamankinden daha fazla öneme sahiptir.
İlk zamanlarda, vakaların belirli şehirlerde yoğunlaştığı dönemlerde şehirlerin vaka sayılarının açıklanmaması doğru bir stratejiydi. Çünkü bu, belirli şehirlerden hızla kaçışlara neden olabilir ve bu durum virüsün daha hızlı yayılmasına sebep olabilirdi.
Fakat Sağlık Bakanının “vakaların hemen hemen tüm şehirlere dağıldığını” söylediği bu ortamda illerin ve ilçelerin vaka sayılarının açıklanması önemli hale gelmiştir. Bu açıklama, sürecin şeffaf ve hep birlikte yönetilmesi açısından önemli olduğu gibi, “herkes kendi OHAL’ini ilan etsin” denildiği bir dönemde vatandaşın kendi tedbirlerini alması açısından da ehemmiyet arz etmektedir.
Şeffaflık her zaman önemlidir ama bu tip kriz dönemlerinde daha da önemlidir. Şeffaflık hayat kurtarır. Çünkü krizlerden çıkışın yolu bir ve beraber olabilmektir. Bütün bir toplum olarak “biz” olabilmektir. Bunun yolu da şeffaflıktan geçer. Toplumun siyasi iktidara güvenmesinden geçer. Aksi takdirde toplumsal güven yok olur. Kriz dönemlerinde siyasi iktidara güvenin yok olması ise kaos doğurur.
Süreç şeffaf bir şekilde yürütülmezse spekülasyonlara, provakasyonlara ve yanlış bilgilerin yayılmasına kapı aralanır. Bu duruma fırsat vermemek gerekir.
Bu nedenlerle hükümet her zamankinden daha şeffaf olmalıdır. Sadece seçilmiş ve makyaj yapılmış gerçekleri değil, tüm gerçekleri vatandaşlarımızla paylaşmalıdır.
Sağlıklı iletişimin ve etkileşimin olabilmesi için kurumsallığa, hukuka, şeffaflığa her zamankinden çok daha fazla dikkat etmelidir. Şahıslar değil kurumlar esas alınmalıdır. Bu süreç şahısları değil, kurumları güçlendirmeli ve büyütmelidir.
Değerli basın mensupları;
Topyekün bir mücadele içinde olduğumuzu, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan bir dönemde bulunduğumuzu söyleyenler; toplumun farklı kesimlerini karar alma mekanizmalarına dâhil etmeyi bir kenara bırakın en temel hak olan doğru ve açık bilgiyi bile topluma çok görmektedirler. Ağızları “Birlik olalım” demekte ama fiilleri kendilerini toplumun tüm kesimlerinden ayrıştırmaktadır.
Bir yanda sağlığı için mücadele eden bir halk diğer yanda sıradan vatandaşın ulaşamadığı hızlı tanı kitleriyle oyun oynayan seçkin bir azınlık var.
Toplumun tanı kitlerine ulaşamadığı dönemde bu kitlerle oyun oynayan yandaş zenginlerin çocukları ve bu kitlerin satışını yapan vekil çocukları hiçbir sorguya maruz kalmazken; “’Evde kal! diyorsunuz ama bu faturalar varken çalışmak zorundayım.” diyen kamyon şoförleri gözaltına alınmaktadır.
Tıpkı deprem paralarını amacı dışında harcayanlar “Hesap mı vereceğim?” derken, “Deprem paraları nerede?” diye soranlar gözaltına alındığı gibi.
Şimdi soruyoruz; “Beni bu virüs öldürmez, beni senin bu düzenin öldürür.” diyen kamyon şoförü vatandaşımız haksız mıdır? Allahtan korkun. Hiç mi vicdanınız yok? İnsanımızın haklı isyan etme hakkı da mı yok? Tır şoförünün söylediklerinde ne yanlışlık var? Tır şoförüne yapılan muamele tüm halkımıza yapılmış muamele gibidir.
Vatandaşa evde kalması tavsiye edilirken, ekonomik durumu yerinde olmayan insanlarımızın faturalarını nasıl ödeyeceği bile gösterilmezken, yandaş müteahhitlerin ihaleleri son hızla devam etmektedir.
Tüm hayata ara verilirken yandaşlara kaynaklar kesintisiz akmaya devam etmektedir. “Her bir vatandaşa nakit desteği sağlansın, 1000 TL verilsin.” dendiği zaman bunun imkânsız olduğunu söyleyenler, uçuk projelerle, garanti geçiş ücretleriyle, faiz ödemeleriyle büyük sermaye sahiplerine oluk oluk para akıtmaya devam etmektedir.
Ve bu harcamaların hesabı verilmemekte, şeffaf denetimi yapılmamaktadır. Hesabını sormaya kalkanlar da baskıyla susturulmaya çalışılmaktadır. Oysa toplumsal ve ekonomik hayatın yavaşlatıldığı bu dönemde esnafa, çiftçiye, işçiye, işverene ayakta kalmasını sağlayacak destek bir zorunluluktur.
Bunlar yetmezmiş gibi Sayın Cumhurbaşkanımız kamuoyunun karşısına çıkıp milletten para istemektedir. Biz doğrudan halkımıza verilmek üzere 600-700 milyar ₺’lik kaynak oluşturulmasından bahsederken Cumhurbaşkanımızın IBAN numarası vererek halktan para istemesi insanlarımızda büyük bir hayal kırıklığı oluşturmuştur. Bunun ne siyasette ne yönetimde ne tarihte ne de bir başka ülkede örneği yoktur. Bu “biz yönetemiyoruz”un, “biz krizle başa edemiyoruz”un, “biz iflah olmayız”ın haykırışından başka bir şey değildir.
Milletimiz kimsenin maaşına muhtaç değildir! Elbette ki sosyal dayanışma ve yardımlaşma, birbirimizi gözetmemiz bizim değerlerimizdir. Ancak devlet vakıf değildir, dernek değildir, belediye değildir, sivil toplum kuruluşu değildir. Devlet temenni etmez, pansuman tedavisi yapmaz. Devlet düzen kurar. Gerekli tedbirleri alır. Tesis eder. Çözer.
Devletin asli görevini yerine getirmeyişinin üstünü çalışılmış reklam çalışmaları ve reality şovlarla örtemezsiniz. Millet sadaka değil, şuana kadar akıttığı alın terinin, harcadığı emeğinin ve ödediği vergilerin karşılığını istiyor. Üç beş kuruşun hesabına düşüp bu milletin evlatlarını muhtaç hale düşürürseniz bu millet de sizi düşürür.
Açıklanan pakette şuana kadar sosyal yardım alan aileler düşünülmüş ve aile başına 1000 ₺ verileceği söylenmiştir. Ancak mesele sadece sosyal yardım alan aileler midir?
Bu süreçte dükkânını açamayan, açsa dahi iş yapamayan esnafımız ne olacak? Kontağını dahi çalıştırmaya korkan taksi, minibüs, özel halk otobüsleri, servisçilerimiz ne olacak? Bu süreçten ötürü sosyal yardım almaya muhtaç hale gelecek olan insanlarımız ne olacak?
Maalesef bunları düşünmeyen hükümet yandaşına, ihalecisine pay aktarmaya, boş otoyol ve köprülere garanti ücreti ödemeye devam ediyor!
İnsanlarımız ise emeğinin karşılığını bekliyor.
Zor bir dönemden geçerken biz bu uyarılarımızı yöneticilerimizin doğru, faydalı, isabetli ve başarılı iş yapmaları için yaptığımızı da ifade etmek istiyorum.
Temennimiz bu sürecin şeffaf bir şekilde, toplumla dayanışma içerisinde yürütülmesidir ve bu sıkıntılı süreci hep birlikte aşmamızdır.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinize saygılarımı sunar, sağlıklı ve huzurlu günler dilerim.
Fatih AYDIN
Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı